top of page

Şeref Ve Ana

Adi Şeref. Ya da "Pislik Şeref", "Psikopat Şeref", en çok da "Bela Şeref".

Şeref'in "Pis"i olur mu? Ya da Pisliğin "Şeref"i? Olur mu olmaz mi bilmem.

Bakalım, görelim en iyisi.......

Gözlerini açtığında, ilk gördüğü pırıl pırıl parlayan polis üniforması düğmeleriydi. Adi belirsiz hayırsız baba adaylarının hepsi birden terk edince, çaresiz anası doğduğunun ertesi günü bırakıvermişti devletin kapısına. Okuma yazması olsaydı, yazardı elbet 2 satırda bu mecburiyetin sebebini, en azından soy adi olmasa da adini.Karakolunun polisleri altını temizleyip, sut ılıttılar gün boyu. En çok karakol amiri Şeref bas komiser sevdi onu. Adi da Şeref kondu bas komiserin hatırına, adıyla yasasın denilerek.

 

Her güzel şey gibi o 1 gün de kısa sürdü. Çocuk Esirgeme Kurumu günleri her mutsuz, her çaresiz, terk edilmiş, istenmeyen, istenmediği her tokatta bir daha beynine çakılan çocuk gibi geçti. İç güdüleriyle büyüdü. Teşhis konmamış, tedavi edilmemiş hasta ruhunu da iç güdüleriyle gelişti. Oysa kolaydı tedavisi, sadece sevgiydi ilacı. Uyumsuzdu, isyankardı, hırcın ve kavgacıydı. Okumayı sökmeyi bile ret etti. Uzatılan her eli ısırıyor, terbiye edilmek için yediği her tokatta içindeki "Sevgi dilencisi" çocuğun imdat çiğliği boğazında düğümleniyordu.

 

16 yasındaydı kendini yeniden kapının önünde bulduğunda; -"Hacı hacıyı Mekke`de, hoca hocayı tekkede, iti iti dakkada bulur"muş - Hiç gecikmedi kendisi gibi olanları bulmakta. Önce Beyoğlu arka sokaklarının tiner alemlerinin, daha sonra Tophane bataklıklarının kıdemlisi oldu. Terfi ettikçe para da gerekiyordu. Teyp, araba hırsızlığı derken ufak tefek ev soygunlarına da başladı.

 

Yaptığı her isi itinayla yapardı. Hiç suç ustu yakalanmamıştı. Acımasız ama prensipliydi. Sonuca ulaşmadan bırakmazdı tuttuğunu. Gerekirse pisliğin alasini yapar, cam çerçeve indirir, hakkini kimseler yedirmezdi. Alemde adi o yüzden adi "Pislik, Psikopat, Bela"ya çıkmıştı ya.

 

Sadece polislere karsı inanılmaz bir saygı ve sevgisi vardı. Özellikle de Şeref baskomisere. Müdavimi olduğu karakola her girdiğinde dünyanın en efendi çocuğu olur, Şeref baskomiserin karsısida ellerini önünde birleştirir, basını eğer ve sicim gibi yaslar dökülürdü gözlerinden."Sen benim adimi taşıyorsun. Benim oğlum sayılırsın. Akilli ol" nasihatlerini hiç cevap vermeden dinler, gözlerinin dibindeki çocuk "Ama ama...Neden beni hiç seven yok" diye ağlardı.

 

Günler, yıllarla birleştikçe o çatık kasların altında çok ama çok güzel bakan gözlerin içindeki ışık sönüyor, bakışların gerisindeki "Sevgi istiyorum" diye çiğlik çığlığa bağıran çocuğun sesi duyulmaz oluyordu. Bunalımdaydı. Parasızdı. Basta kendisi, herkesden nefret ediyordu.Tam o günlere rastladı gecenin bir vakti, Saint Antuan Kilisesinin önünde ona rastlaması.Kıpır kıpır bir siyah poşetin içinden vızıldayan sesler geliyordu. Küçücük, gözleri açılmamış kara kuru bir köpek yavrusuydu. Yanında 2 tane olu yavru daha vardı. Kim bilir kaç saattir o torbanın içinde nefes alma savası veriyordu.

 

Şeref donmuş kalmıştı. Aklından önce, gözlerinin gerisinde o unutulmuş, sevgi için yıllardır bağırmaktan boğazı sismiş çocuk fırladı. Kendi terk edilmişliği geldi ilk olarak aklına. Gözyaşlarıyla ıslanmış ellerini yalayan yavruyu aldı tam kalbinin üstüne bastırdı. " Aaaa sen kızmışsın. Senin adin "Ana" olsun. Sakin çocuğunu terk etme, terk edilmesine izin verme" dedi. Yavru köpek anlamış gibi mırıldanarak boynuna doğru iyice sokuldu.

 

Ana büyüdü. Büyüdükçe güzelleşti. Rottweiller kırması azman gibi bir köpek oldu. İki yıl boyunca Seref'in ve Ana`nın dostluğu dillere destan oldu, yayıldı Sehir-i İstanbul`a.

 

Ana resmen her konuşulanı anlıyor, kendisi konuşuyor ama insanlar onu anlayamıyordu. Şeref ise, onun her dediğini anlıyordu. İse birlikte çıkıyorlardı. Ana erketeye yatıyor, bir tehlike hissettiğinde kesik kesik 2 defa havlıyordu. Geceleri birbirlerine sarılır karanlıklar içinde birbirlerine

acılarını, yalnızlıklarını, hüsranlarını anlatır da anlatırlardı. Sonunda ikisinin göz yasları birbirine karışır, Ana Şeref`in gözlerini yalar, kabuslara

dalarlardı.

 

Şeref artık bütün çete arkadaşlarıyla ilgisini kesmişti. Ana ona yetiyordu. O günün kari iyiyse, kendilerine ziyafet çekiyorlar, gece kesat geçmişse

karınlarının gurultusuna gülerek, cop karıştırıyorlardı. Karakola bile birlikte gidiyorlar.

 

Emekli olan Şeref baskomiserin yerine gelen yeni komiser, babacanlıktan çok uzaktı. Ana Şeref`i karakolun önünde beklerken o nezarette

sıcak geceler geçiriyordu. Askerlik yası gelmişti. Gitmek istiyordu, gitmek adam olmak, bu hayattan artık emekli olmak istiyordu ama tek derdi Ana`dan ayrılamamaktı. Ona kim bakar, kim onu anlayabilirdi ki?

 

Şeref kendindeki değişikliğin farkındaydı. Bu köpek onu çok değiştirmişti. Yıllardır hasret olduğu sevgiyi, hatta ana sevgisini ona vermişti. Artık hırcın değildi. Artık en cani acıdığında bile hiç bir şeyden nefret etmiyordu. Gülümsemeyi öğrenmiş, daha az küfür eder olmuştu. Aklına gelen tek bir çare vardı. Kalktı karakola gitti, o sert bakışlı karakol amirinin karsısına dikildi. "Amirim, ben askere gideceğim. Ana`yi size emanet edebilirim ancak. Karakolun en iyi bekçisi olur. Ondan iyi bir köpek bu dünyaya gelmedi daha. Ama asker dönüsünde alırım ona göre" dedi.

 

Komiserin gözleri parladı. Namı tüm şehre yayılmış bu köpek karakolun bahçesine yakışırdı aslında. Hayır demesi için hiç bir sebep yoktu. Anlaştılar. Şeref ağlamadı Ana`yi emin ellere bırakırken ama Ana çok ağladı, çok uludu, bağlandığı zincirleri kıramadı ama dişlerini kirdi. Günlerce yemek yemedi. Dünyanın sopasını yedi. Yanına yaklaşan herkesi parçalamaya kalktı. Ağlaması o kadar yürek dağlayıcıydı ki; defalarca polisler çekip vurmayı düşündüler ama komiserin korkusundan cesaret edemediler.

 

Ana orada dellendikçe uzaklarda değil, karakolun hemen kösesinde, kaldırımda Şeref basını taslara vuruyor, kendini jiletliyordu. Bu ayrılığa dayanmak sanki onun için kolay miydi? Bağrına tas basmış, çaresiz anası gibi terk etmişti iste canından çok sevdiği tek varlığı.

 

2 ay sonunda 1 sabah Ana kuyruğunu salladı komisere. Ellerini yaladı. O gün ilk defa önüne konulan yemeği iştahla yedi. Şeref`i unutmamıştı ama bağrına tas basmıştı. O dev gibi hayvan, dev gibi komiserle eve gidiyor, ise geliyordu. Artık onunla konuşuyor, onun her kelimesini anlıyordu. Hayati Şeref`le geçtiğinden daha rahattı ama ya içi?

 

Şeref ise askere hala gidemiyor, Ana`dan başka hiç bir şey düşünemiyordu. Ne yapacağını bilmez halde eskisinden daha beter, daha bela, daha pislik olmamak için gereken her şeyi yapıyordu. Defalarca gidip komiserden Ana`yi geri istemeyi düşünmüştü ama anlaşmalarına uymazdı ki bu. Hem artık asker kaçağıydı. Anında ensesinden tutar teslim ederlerdi.

 

Gecelerin en karanlığını bekledi. Ana`yi çalacaktı. Hem de ne pahasına olursa olsun. Komiserin aksamları Ana`yi evine götürdüğünü, gecekondudan bozma 2 katli evinin bahçesinde serbest bıraktığını biliyordu. Geceler gündüzler boyu az mi takip etmişti onları. Karanlığın içinden bahçeye atlamasıyla, karsısında komiseri bulması bir oldu. "Dur, kıpırdama vururum" diyen komiser tanımamıştı onu. Herseyi göze almıştı bıçağını çekti.

 

Karanlıkta parlayan çeliği gören adam: "Ana tut" diye bağırdı tüm nefesiyle. Köpek ikisinin ortasında donmuş kalmıştı. En sevdigi iki adamın arasında 5 metre var ya da yoktu. Ana'nin gözleri kırmızı yakut gibi parlıyor ve acili bir hırıltı çıkartıyordu. Komiser hala kıpırdamayan karaltıyı seçmeye çalışıyor, var gücüyle köpeği azarlıyordu. Ana bir metre o yana bir metre diğer yana koşuyor, resmen artık, avaz avaz ağlıyordu. Şeref  "Kaç Ana" diye bağırdı ve ayni anda komiserin üzerine atıldı. Birden tabancadan çıkan kursunun ışığı aydınlattı tüm karanlığı. Şeref  "Yandım Ana`m" deyebildi.

 

Son gördüğü, komiserin üniformasının ışıl ışıl parlayan düğmeleri, aslında Ana`nin gözlerinden süzülen yaslardı. Ana deliye donmuştu. Şerefin yüzünü, göğsünden akan kanları yalıyor. Donup komisere hırlıyor, dişlerinin tümünü gösteriyor ama üstüne doğru da gidemiyordu. Komiser çekip vurmayı duşundu bu nankör hayvani. Sonra nedendir bilinmez vaz geçti.

 

Sonrası malum işlemler. Ana çenesini ellerinin üzerine dayamış resmen gözlerinden yaslar akıyor ve inliyordu. Şeref`i götüren ambulansın peşinden nefesi tükeninceye kadar koştu ve kaybedince donup karakolun önüne geldi. Komiser "Almayın su nankör hayvani içeriye" dedi.

 

Günlerce komiser camda, Ana karakolun önünde birbirlerinin yüzüne bakarak karşılıklı dikildiler. Hayvan oturmuyor, uyumuyor, yemiyor, içmiyor sadece komiserin tam gözlerinin içine bakıyordu. Aksam komiser eve giderken arabanın peşine takılıyor. Sabaha kadar evin önünde yine oturmadan cama bakıyordu. Artık gözlerinde intikamı değil acıyı görmeye başlamıştı komiser.

 

Ana`nin kalça kemikleri derisini delip çıkacak hale gelmişti. Gittikçe uyuzlaşmış, o eski heybetinden eser kalmamıştı.Komiserin içi sanki farklı mi

yanıyordu? Anlıyorlar birbirlerini ama anlaşamıyorlardı. Bir sabah karısına: "Bu

böyle olmayacak. Alacağım ben bu hayvani içeriye" dedi. Kapıyı açtı...

...Ayağına takılan şeye baktı........Eşiği geçmeye gururu elvermeyen Ana`nin son nefesini vermek üzere olan bedeniydi... ...Ana`nin son gördüğü ise komiserin üniformasının pırıl pırıl parlayan düğmeleri, aslında gerilerde bir yerde hıçkıra hıçkıra ağlayan sevgiyle tanışamamasi kisacik olmuş bir çocuğun göz yaslarıydı.........

Gamze Erkök Neer

 

bottom of page