top of page

Ping Pong Kardeşler

On yıl öncesi...Hayvanları Koruma Derneği barınakları...

Köy fırınından ekmek almaya gitmek üzere erkenden kalkan, barınak işçisi Mustafa duydu ilk inlemeleri. Bir kutunun içinde iki tane kartopu. Daha iki aylık var yoklar. Mustafa "Iyi ki büyük köpekler parçalamamış bu garibanları. Yahu getirip, atıyorlar, bari kapıyı çalıp emanet etseler ya" diye söylendi. Sonra dişi mi? Erkek mi? diye anlamak üzere birini ensesinden tutup kaldırdı...Gördüğü manzaradan dehşete düşüp "Anaaa bu da neee!.." diye bağırıp, bırakıverdi gayri ihtiyari elindeki yavruyu. Hızla yere düşen kartopu yumağı, daha da yanan canıyla, barınaktaki 350 hayvanı uyandıran bir çığlık attı. Şimdi bütün köpekler bu çığlığa koro halinde eşlik ediyor ve kıyamet kopuyordu.

Mustafa'yı bu derece dehşete düşüren, yavru köpeğin on sağ bacağından sallanan, kara-mor, ne olduğu anlaşılamayan, patlıcan gibi bir şeydi. Diğer kardeşinin de sol ön kolunun yerinde ayni "şey" vardı?! Hemen telefona koştu ve gördüğü garip manzarayı dernek başkanına anlattı. Başkan koşup geldi ve yavruları kaptığı gibi veteriner fakültesine götürdü... Açıklama aynen şöyleydi; "Bu hayvanlar üzerinde bir deney yapılmış...
Birinin on sağ, diğerinin on sol kolları dibinden kesilmiş ve birbirine nakledilmiş... Tabi ki tutmamış ve kangren olmuş, kesilmesi gerekiyor.


Böyle bir deneyi kim? Ne akılla? Ne amaçla? Ne vicdanla? yaptı??? Bu sorunun cevabi hiç bir zaman bulunamadı...

Daha iki aylıkken, hiç hak etmedikleri halde, insanlardan ilk acıyı, ilk hayal kırıklığını tadan kardeşlerin kangren olan, kendilerine değil ama birbirlerine ait olan kolları kesildi... çöpe atıldı. Ping ve Pong adı verildi bu küçük bahtsızlara. Aylarca süren ızdırap dolu tedavi süreci bittiğinde, yavru bir köpek olmanın tadını çıkartamamışlardı, gönüllerince koşup oynayamamışlardı. Buna rağmen insanlara karşı hiçbir düşmanca his taşımadılar.

İlerleyen yaşlarda eksik kollarına alıştılar mecburen, birbirlerinden başka arkadaşları yoktu çünkü, diğer köpekler onlarla oynamıyor, ya da eksikliklerini fark etmeyip, hırçın oyunlarına katmak istiyorlardı. Onlar hep bir köşeye büzülüp, diğerlerini seyrediyorlardı. Ayrı bir kafese kondular ve yıllarca, iki kardeş birbirleriyle, kendi durumlarına uygun oyunlar icat ederek esaret günlerinin tadını çıkartmaya çalıştılar.

Bazen barınaklara birileri gelirdi hayvan edinmek isteyen... Herkesten önce onlar tellere yapışırdı, olmayan kollarının omzunu ve yanaklarını tellere dayar, "Seçilmeyeceğimizi biliyoruz ama hiç olmazsa ne olur bir yanağımızı okşayın." der gibi en acındıran bakışlarıyla yan yan bakarlardı... Gelenler "Hiii ne olmuş bunlara???" der, yanlarına yaklaşmak bir yana, göz göze bile gelmek istemeden, diğer cins hayvanlara doğru hızla uzaklaşırlardı.

Pong geçen sene terk ediverdi Ping`i...Yılan mi soktu? Yoksa kalbi mi artık kaldıramadı dokuz yıldır eksikliğini hissettiği sevgisizliği, istenmezliği... bilinmedi... Ölüm sebebi bulunamadı...

Canı kadar sevdiği, tek dostu tek arkadaşı, kader ortağı kardeşini kaybeden Ping onun ölü bedenini vermedi kimselere üç gün boyunca. İlk defa isyan etti. Ağladı, ağladı... Kolunun ilk kesildiği günkü gibi ağladı. Bağıra bağıra, uluya uluya, içini çeke çeke ağladı. Barınağın bütün Hayvanları bu ağıda sessiz göz yaslarıyla eslik etti... Göz yaşları kara sürmeler gibi aktı, yer etti burnunun iki yanına.

Sonra... bir öğleden sonra, duyduğu araba motoru sesiyle kaldırdı yaşlı bedenini... Kolsuz omzunu, yanağını dayadı tellere, başını yere eğdi, barınağa köpek bakmaya gelen kadın ve adamın bu defa gözlerine bakmadı...

Birçoğumuzun hayatına sevgiyle dokunan Ping Temmuz 2003'de yaşamını yitirmiştir.

Gamze ERKÖK

 

bottom of page